‘Deneylenemeyen dünyanın
sözcüsü oldum’
Ahmet Çakmak
Ahmet Ada bu yıl biri şiirlerinden seçmeler ’ Sonsuz At’ (Şiirden Yayınları), diğer ikisi yeni şiirleri ‘Sözcükler Denizi’ (Şiirden Yayınları) ve ‘Taşa Bağlarım Zamanı’ (Metis Yayınları) olmak üzere art arda üç kitap çıkardı. ‘Sözcükler Denizi’ içinde yer alan şiirlerdeki felsefi derinlik ve ‘lirik ben’in öne çıkması ile dikkat çekiyor. Ahmet Ada ile hem içerik hem de biçim olarak farklı bir yelpaze bu kitabını ve şiirlerini konuştuk…
“YALINLIĞIN DERİNLİĞİNE ULAŞTIM”
- Lirik Ben’in cevherini içeren bir kitap olmuş Sözcükler Denizi. (1) Lirik Ben’in şiirden kovulduğu, deneysel şiir alanlarının söze, retoriğe açıldığı bir dönemde lirlik Ben’de ısrar etmenizin bir anlamı var mı?
- Lirik Ben’in söylemi çağdaş şiirin vazgeçilmez söylemidir. Çağdaş lirik şiir yitirilmiş doğanın, insandan soyutlanmış eşyanın, bitki örtüsünün, denizin sesidir. Ahmet Haşim’in lirizmiyle karıştırılmaması gerekir. Okurlar bunu fark edecektir. Okur, şiirlerin bilge söylemini, sözcüklerin tılsım ve büyüsünü aralayıp kitaba kapıdan girdiğinde lirizmin kucakladığı doğayı sezecektir. ‘Sözcükler Denizi’, bütün modernliğine karşın, Akdenizli tinin dolaştığı bahçeleri, denizi, ormanı okura duyumsatmayı amaçlar. Anlamı ötelemez. Lirik Ben’in sade, yalın, o ölçüde de kapalı söylemi, içeriye girildiğinde tadına varılan şiire dönüşür. Çağdaş lirik şiir, son kertede, yalnızlaşan insanın sesini duyuran şiirdir. Çağdaş lirik şiir, küresel dünyada, dizgenin hazırladığı, kurduğu, verdiği dünyayı değil, bireyleşen Ben’in iç sesi olarak arzuladığı dünyayı dile getirir. Abartılı bir söylemi değil, sade, yalın olmayı seçer. Seçkindir. Öznenin kendi adına konuştuğu bir iç deney, bir yaşantı şiiridir. Sözcükler Denizi, yaşantının, duygu patlamasının, doğaya ve insana bağlılığın bilgece dile geldiği şiirlerden oluşuyor. Seçkinlik ve billurlaşma yolunda geldiğim bağlayıcı noktadır. Adorno, lirik şiir için ‘ikinci doğa’ nitelemesini bunun için yapıyor. Çünkü, söz konusu olan lirik Ben’in genele karşı kurduğu tikelin doğasıdır.
- 1979’da yazdığınız bir şiirle giriliyor Sözcükler Denizi’ne. “Seyir Defteri” adını taşıyan bu şiirin sizde özel bir yeri var herhalde?
- “Seyir Defteri”nin italik dizilen bölümünü, 1985’de yayımlanan Yaz Kırlangıcı Olsam’ın birinci bölümüne almıştım. Yazılışından otuz yıl sonra tamamını Sözcükler Denizi’ne aldım. Sevgi Soysal Adana’da sürgündü, ziyaretine gitmiştim. Sürmene Oteli’nde kalıyordu. Hüzünlü, tasalı günlerdi. Şiirde ona gönderme var. İtalik bölümdeki Adana, çocukluğumun Adana’sı. Yazlık sinemaların, faytonların bunduğu belleğe zorunlu yolculuk.
- Sözcükler Denizi’nin “Yağmurlar Kalmasın” adlı üçüncü bölümündeki şiirlerde arkadaşlıklar, lirik Ben’in tinselliğinin doğa ile iç içe giren gerilimli hâli, bu küçük şiirlerin atmosferini oluşturuyor. Derin yapıda yeryüzünü anlamlandırma aranışı mı bu? Nesnelerin tinselliğini keşfetme çabası mı?
- Her ikisi de..Derin yapıda yeryüzünü yeniden anlamlandırabilmek güzel bir çabadır. En somut örnek ‘Kırık Amfora’ şiiridir. Binlerce yıl önce denize fırlatılıp atılmış kırık bir amforanın, binlerce yıl sonra denizden çıkarılışı, ışığı yeniden gördüğünde ruhunun şaşıp kalışı…Amforanın tinselliğini keşfetme çabasıdır bu. Aynı zamanda yeryüzünün ve ışığın değerini anlamlandırma uğraşıdır. Nesnelerin de tinselliğinin olduğunu düşünmek insana ait bir olgu. Nesnelerin de konuşan varlıklar olduğunu hep düşünmüşümdür. Doğanın devingenliği; işte budur ayakta tutan insanı ve yeryüzünü: “İçindeki denizi kurutamazsın / Küçük sular akar gelir ardından” (s.30). Bu mucizevi devingenlik “Birdenbire bir çiçek / Gürül gürül bir orman” (s.36) değil midir? Doğa, kutupsallıkları, zıtlıkları birleştiriyor. Bunu görmüyorlar. Sezgilerimle duyuyorum. Gerçekçi ve üstgerçekçi yönelimlerle zıtlıkların birliğine katılıyor, bu ürkütücü gerilim hattında yer alıyorum: “Gidilir evet dünyaya doğru / Ama her gidiş de hüzündür” (s.35). Aslında dünyada olmanın hüznüdür bu. Uyandığında, nesnesine yabancılaşan, emeğinin yittiğini gören insanın hüznü.
- Bir yanda bellek geriye işliyor: Tavan arasında çocuk kalmış yağmurları dinlemek, çeşitli çiçekler, deniz, orman. Bir atmosfer yaratmak için değil, Varlık olarak da varoluyorlar…
- Belleğin geriye işlemesi, çocukluğun saf doğasına yönelmesi, bir çiçeğin, bir kokunun anımsatmasıyla olabiliyor. Çocukluk, ergin insanın düş ülkesidir. Dış ve iç mekânıdır. İmgelemi, yaratıcılığın temel gücü olarak gördüğüm için, şiirsel imgenin ‘kurucu’ varlığına inanırım. Yaratıcı imgelem, doğanın şiirselliğini değil, şair öznenin imgelemindeki doğanın şiirselliğini yeniden kurar sözcüklerin gücüyle. Şair, doğanın seslerini, kokusunu, devingenliğini değil, imgelemindeki doğanın seslerini, kokusunu, devingenliğini yeniden kurarak doğayı taklit etmekten kurtulur. Yağmurlar, çiçekler, deniz, orman, şiirlerimde imgelemin mekânından geçerek birer imge olurlar. Böylece, içtenlikli ve sonsuzluk duygusu yaratan bir doğa, kardeş doğa yaratırım kendime, dolayısıyla okura. “Taştaki derin telaşı” (s.47) nasıl duyumsarım yoksa yaratıcı imgelem ve sözcüklerin gücü olmasa? Nesneleri yaşayan varlıklar olarak algılamak, onlardaki tinselliği keşfetmek güven vericidir. Ama, bazen, özneden bağımsız bir nesneler dünyası olabileceğini de düşünürüm. O zaman, onlar şiirlerimin atmosferini yaratmak için değil, gerçek nesneler, varlık-nesneler olarak varolurlardı şiirlerimde. Ya şimdi? Şimdi de varlık-nesneler olarak varolmaktadırlar.
- Doğayla bütünleşme isteği “Yalın İstekler” adlı şiirinde dile geliyor?”Yollar Boyunca”da da kentin para tutkusundan, kentte dilin bozuluşundan söz açıyorsunuz. Bu istek kentte sıkışmış, bunalmış bireye mi ait?
- “Yalın İstekler” bir mekân şiiri. Mekân Akdeniz, Toroslar, Taşucu, Mısır, İskenderiye. Özgürlüğün ruhuma dolduğu bölge. Bir Akdenizli olarak, kentlerin birey üzerindeki basıncı, baskısı karşısında doğaya karışma isteğinin sözcüsü oldum bu şiirde. “Dünya büyük, ama / denizler kadar derin içimizde”. Rilke’nin bu dizeleri içdenize, o büyük dünyaya gönderir okuru. “Yalın İstekler” şiirinde (s.49), yalnızlığın, iletişimsizliğin yaşandığı kente gönderme yok (2), ama doğayı imgeye çevirme var. Özyaşamsal deneyimimin şiir diline çevrilmesi. Bu mekânda daha önce de yaşadım, yaşıyorum. Tortusu, görüntüsü var bende; varolanın şiir diline çevrilmesi; sanırım işin özü bu.
-“Yalın İstekler” şiirinden sonraki şiirler felsefi bir zeminde ilerliyor. Yoklukta dolaşan ayaklar, Ben’in bir başınalığı, hiçlik denizi, sonsuzluk duygusu, evrene sürgün oluş, “başka bir dünya olmalı” ütopyası; bu işaretler geniş bir felsefi zeminde olan Ben’in yeryüzüne değgin işaretleri olabilir mi?
- Sözcükler Denizi’nin asıl konuşulması gereken yönü şiirlerdeki felsefi derinlik. Felsefi derinliğe gönderen imleri saptamışsınız. Felsefe yalnızca felsefecilerin ilgilendiği alan değil. Bir şair olarak ‘İnsan ve Varlık’ şiirin nasıl temel düşünsel sorunsalıysa, felsefenin de sorunsalıdır. Söylem farkını unutmamak kaydıyla. Kant, Wittgenstein, Heidegger okumalarının başlangıcı Marx’ın Grundrısse adlı yapıtı. Sonra dil felsefesi, fenomenoloji, Benjamin, Adorno, Deleuze okumaları, Bakhtin var onları takip eden. Bu dirsek temasları şiirlerimin derin yapısını değiştirdi doğal olarak. Şair ne yapar? Deneylenemeyen dünyanın sözcüsü olur. Melih Cevdet Anday, şiir dilinin mantık üstü olduğunu söyler ki, öyle olmasaydı varlığı, hiçliği, yoklar dünyasını dile getirmesi olanaksızdı. Şiirimin sahihliği bu mantık üstü kurgusallığından gelir. Orada, bir yerlerde taşın aşındığını hissedip algılayabilen bir zihinsellik ile bu zihinselliği mantık üstü dile ya da imgeye çevirebilen yetenek, olup biteni de sezgileriyle gösterebilir. Sözcükler Denizi , bu bilgeliği dünyaya karışarak yapar, yapmaktadır. Alain Badiou, “şiir kendini dilin içinde buyruk olarak ortaya koyar ve bunu yaparken de, hakikatler üretir” diyor. Şiirin kendini dilin içinde bulurken de felsefeye dikiş atması özerkliğini, bağımsızlığını zedelemez. Şiiri felsefenin yedeğinde görmediğin sürece bu böyledir. İnsanın yeryüzü serüveni, yüz yüze geldiği ve temas ettiği metafizik şiirin bölgesi içindedir; dolayısıyla dokunup geçtim onlara. Sözcükler tümüyle okunduğunda, dizeler, görüntüler görünür ve yitirler. Bende ve okurda anlamın sürmesi, bu büyü şiirindir. Belki süren anlam değil, şiirin müziğidir.
- Şiirlerin biçimselliklerinde de söyleyişinde olduğu gibi bir sadelik, bir yalınlık var. Bilge bir söyleyiş Ben’i doğayla bütünlüyor. Ne dersiniz?
- Şiirlerin biçimlerinde belli değişimler oldu Sözcükler Denizi’nde: Monolog dizeler, soru yanıt dizeleri, italik dizeler, şiirlerin bilgece söylemlerinin aktarılmasında ve çatının oluşturulmasında görev aldılar. İç konuşmalar, bir Hodan çiçeği gibi titreyen iç sesler, sözcükler bitince dibe çökecektir. Birkaç özne, bin bir çeşit imgeyi yüklenip götürür. Öznenin içinde bulunduğu dış mekân, iç mekâna çekilerek, öz orada biçimlendirilir sözcük sözcüğe bitişerek, dokunarak. Ama, şiirin biçimselliğini teknik birtakım girdiye indirgemek de doğru olmaz. Biçimsellik, yapının, şiirin öğeleriyle örgütlenmesi demektir ki, temeli sözcükten başlar. Sözcükler Denizi’nin biçimselliği tek tek şiirlerinin farklı biçimselliklerinden oluşur. Biçimsellik donmuş değil, devingendir.
- Bu yıl iki yeni şiir kitabınız yayımlandı: Sözcükler Denizi, Taşa Bağlarım Zamanı. Bu yeni kitaplardaki şiirler bağlamında şiirinizi nerede görüyorsunuz?
- Bu son kitaplar bağlamında yalınlığın derinliğine ulaştım. Sözcük dağarımın çok genişlediğini gördüm. Şiir dili olarak kırılma bu kitaplarda da sürüyor. Şiirlerimin bilgece bir söyleme kavuşmasında felsefi kavramlarla, sözcüklerle düşünmeye başlamanın etkisi var. Gündelik hayatımda da felsefe ile fenomenoloji okumanın değişimdeki etkisini söylemek bile fazla. Dünya şiirinin doğrultusu sessizliği bulana dek düzlemim olacaktır.
1 Ahmet Ada, Sözcükler Denizi, Şiirden Yayınları, 2009 İstanbul
2 Şair ‘Yollar Boyunca’ adlı şiirinde (s.58), kentin para tutkusundan,
kentte dilin bozuluşundan söz açıyor. (Ahmet Çakmak)
Hürriyet Gösteri dergisi, (Haziran-Temmuz-Ağustos) 2009 / Sayı: 298
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder