Pablo Neruda
30 Ocak 2009 Cuma
23 Ocak 2009 Cuma
KISA TARİH
Çalgılı bulutların yokluğu, uzun
Uzun kuş birikintileri gökyüzünde
Başka bir şey değil mayıs
Ağır ağır yükselen buğu
Çimenlerin kesilmiş kokusu
Yüklendim kuş gölgelerini pasajın
Derin, öylece bir at içimde
Gün ikindi ellerim deniz kırı
Bir yalnızlık bile değilim kendime
Pasaj serinliği tenimdeki ürperti
Çarşılar gelir karşıdan
Az ilerde unuttuğumuz deniz
Değil, hak edilmiş değil
Suçluluğa dönüşen hüzünlerimiz
Var benim de uzun bitkiler kadar tarihim
Ahmet Ada
Çalgılı bulutların yokluğu, uzun
Uzun kuş birikintileri gökyüzünde
Başka bir şey değil mayıs
Ağır ağır yükselen buğu
Çimenlerin kesilmiş kokusu
Yüklendim kuş gölgelerini pasajın
Derin, öylece bir at içimde
Gün ikindi ellerim deniz kırı
Bir yalnızlık bile değilim kendime
Pasaj serinliği tenimdeki ürperti
Çarşılar gelir karşıdan
Az ilerde unuttuğumuz deniz
Değil, hak edilmiş değil
Suçluluğa dönüşen hüzünlerimiz
Var benim de uzun bitkiler kadar tarihim
Ahmet Ada
12 Ocak 2009 Pazartesi
9 Ocak 2009 Cuma
“Vesikalık Fotoğraf”ın
Güzel Çılgınlığı
Ahmet Ada
Güzel Çılgınlığı
Ahmet Ada
Çağdaş şiirimiz 2000’lerden sonra genç kuşak şairlerince yenileniyor. Söylemem gerek, şaşılacak bir şey yok çünkü, modern şiirimizin yatağındaki çok kültürlü yapı genç şaire olanaklar açıyor. Bu şairlerden biri de Eren Aysan. Onun ilk kitabı Vesikalık Fotoğraf’taki (1) şiirleri kentli bireyin duyarlığını, kendine özgü, öfkeli, protest sesini duyuruyor. Marsel Proust’un sözcükleriyle ‘benliğimizdeki şarkılar’ı şair öznenin değişimlerine göre biçimlendiriyor. Merkezinde özgür bireyin yer aldığı, cinselliği doğal ufku içinde yerli yerine oturtan şiirlerden oluşuyor Vesikalık Fotoğraf. Biçimlendirdiği yaşantı kendini, dolayısıyla kentin basıncıyla değişimlere uğrayan bireyi dile getiriyor. Peki nasıl dile getiriyor? Konuşma dilinin sözcükleriyle, konuşma dilinin sözdizimini bozarak. Bir örnek vereyim: “kötü bir rüya geldim”. Tümcenin konuşma dilindeki ya da düzyazıdaki kuruluşu “kötü bir rüya gördüm”. Konuşma dilini (doğal dili) şiir diline çeviren bu tutum, Eren Aysan’ın şiir dili bilincini işaretliyor.
Eren Aysan, “Şiir sözcüklerle yazılır” diyen Mallarme’nin düşüncesinde; ama o sözcükte yoğunlaşan, sözcüğü tutumlu kullanan bir şair değil. Şiir dilinin oluşumuna özen gösteriyor. Sözcüğün, modern şiirdeki nitelik değişiminin farkında mı? Bunu görelim: Melih Cevdet Anday örneklendirmişti; Rimbaud’nun iki dizesini yazayım buraya:
Ey mevsimler, ey şatolar
Kusursuz olan ruh hangisidir?
Rimbaud’nun bu iki dizesinde sözcükler güçlerini sözcük oluşlarından, kendi oluşlarından alırlar; bağıntılarından değil. Eren Aysan sözcüklerin sessel ve anlamsal özelliklerinden ve bağıntılarından vazgeçmiş değil, tersine sözcüklerin değerine ve sözcükler arası ilişkilere çok dikkat ediyor. Sözcüklerin örgütlenişi oldukça sıkı. Ama bazen ‘anlam’ boşlukları bırakmayı seviyor. Bazen de uzak çağrışımlarla ‘anlam’ boşluklarını dolduruyor: “kirli vitray, boş küvet, sabunlu sızı / bunlar kara saçlarım, , göğüslerim, bacaklarım”. Bu seyrek dokuyu fark edebilirsiniz.
Eren Aysan Vesikalık Fotoğraf’ta yer alan birçok şiirinde biyolojik/fiziksel farklılığını vurgulamayı öngörmektedir. Gövdeyi sorunsallaştırdığını görebilmekteyim. Cinselliği öne alan tutumu tekrarlara yol açıyor. ‘Yatmak’ edimi birçok şiirde tekrarlanmaktadır. Bu, bir şeye karşı olma tavrı, o şeyle ödeşme tavrı olarak değerlendirilebilir. Ne var ki, izleksel tekrarlar göze batıyor.
Eren Aysan şiirinin biçimselliğini retoriksel oluşu belirliyor. Buluşları, özgün söyleyişleri olan bir şiirle karşı karşıyayız. Bütün bunları, onun kendinden yola çıkarak dünyayı anlama ve anlamlandırma çabaları olarak görüyorum. Dilin olanaklarını bu yönde kullanıyor. Estetik ve etik duruşu dile çöken yönüyle biçimleniyor. Retorikleri, giderek retorik düzleminden şiirsel söyleme dönüşüyor. Bu söylem dişil bir söylem elbette. Bunun göstergeleri sözcükler düzleminde: bacak, sutyen, prezervatif vb.. Şiirin semantik düzleminde şair kadın kimliği seçilen ve birleştirilen sözcüklerle sahici ve özgün şiire dönüşüyor. Deneyimlemediği, yaşamadığı dünya ise (prag baharı, 6. filo ve idam mangaları) özneyi yabancılaştırıyor.
Şair özne ironiyle bakıyor olgulara:
yattığım tonlarca adama babam
devrimci bıyığıyla fotoğraftan bakıyor (s.12)
Bu hafif gülümseten tutum bazen kopuyor. Giderek dizeler arası semantik kopukluk da şaşırtıyor; ayrıntı zenginliğine dönüşüyor:
boşaltılan köylerde bir serçe ayağını taşa bağlar
(s.13)
Yaşadıklarından, deneyimlediği dünyadan tat alamamışlığın ya da hayal kırıklıklarının şiiridir Eren Aysan’ın şiiri. Özdemir İnce’nin şu dizelerini o yüzden almış:
ne yaparsın
bu yaz bıraktığı üzüm bağını
gelecek yıl bulamazsın yerinde
Verilmiş gündelik hayatın yadsınışı da Alkol’ü öne çıkarıyor. Gündelik hayatın dile çöküşü, şair öznenin bilinç içeriği üzerinden dili yeniden düzenlemesine yol açıyor. Öyle ki, sözcükler arası boşluklar, bağıntısızlıklar, semantik kaymalar Eren Aysan şiirinin özgünlüğünü oluşturuyorlar. Alkol ve cinselliği ayraca alışı, deneyimlenen, oradan dile geçen bir olgu. Şair kadın kimliğinin basıncı da burada temel etken. Bir de özgeçmiş (‘Otobiyografi’ şiiri), bugün ve devrimci baba eleştirisi Eren Aysan şiirinin sorunsalları olarak yer alıyor Vesikalık Fotoğraf’ta.
Eren Aysan’ın şiirlerinin bütününden çıkan matris ( matrisi “bir sözcüğün ya da bir tümcenin metne dönüşümü” olarak algılarsak) şair bireyin yalnızlığıdır. Yalnızlık, kentin kaosu içinde bir başına kalan şair öznenin dili de dolayımlayan, şiirsel söylemi isyankâr kılan tek etkenidir.
Eren Aysan’ın göndermeleri ilgilerini de açığa çıkarıyor: Pink Floyd, Tom Wait, jazz, blues kent müziğine; anne ve baba göndermeleri özgeçmişe; içki adları da yalnızlığına işaretler çakıyor. Bunlar, elbette, sert, acımasız, insanı ruhsal bunalıma sokan kent hayatının da imleri. Bu imler yalnızlık matrisine hazırlıyor şiirini.
Eren Aysan’ın sözcük dağarının Ben’den, kendinden çıkarak genişleyeceğini söylemeliyim. Turgut Uyar’ın sözleriyle ‘kendinden açılmasını’ istemek gerekiyor. Belki nesnelere, doğa ile insan ilişkisinin doğallığına bakması; zihnin dolayımlarına girmesi şiirini zenginleştirecektir.
Bu ilk kitapta Eren Aysan biçimselliği farklı şiirler üretiyor. Sone ve Gazel biçimi şiirinin semantik yatağını değiştirmiyor. Eren Aysan’ın şiiri kendi yatağını bulmuş görünüyor. Sesini, biçemini, biçimini bulmuş bir şairle buluşuyoruz.
Tat alarak okuduğum Zeynep Köylü’nün İlk Ağacı Öperek’i, Gonca Özmen’in Belki Sessiz’i gibi. Eren Aysan’ın şiiri Zeynep Köylü ile Gonca Özmen’in şiirinden daha fazla ‘kişisel’, ‘özel’ (personal). Bu özellik onu modern şiirin ‘Ben’i temel koyucu gören anlayışıyla bitiştiriyor. Şairin kendinden çıkarak nesneleri, olguları anlama, anlamlandırma çabası içinde dili kullanması şiirini zenginleştirecektir.
1 Vesikalık Fotğraf, Eren Aysan, Yasakmeyve
Yayınları, Aralık 2008
8 Ocak 2009 Perşembe
6 Ocak 2009 Salı
Vahşetin Şiiri Yazılmaz
Ahmet Ada
2009 yılının ilk günlerinde İsrail, Batı Şeria ile Gazze’yi karadan, denizden, havadan kuşatmış durumdadır. Bombalar sivil halkı, kadınları ve çocukları öldürüyor. Halk kitleleri susuz, elektriksiz, ilaçsız, yiyeceksiz bırakılıyor. Filistin halkı sokak sokak direniyor işgale. Çocuklar tankların top ateşleriyle öldürülüyor. Dünya uluslararası kamu oyunun önünde Filistin toprakları işgal ediliyor. Halklar bu vahşeti protesto ediyor. Türk halkı, Kürdü, Lazı Çerkezi ve azınlıklarıyla işgali ve vahşeti lanetliyor.
Genç şair arkadaşlar soruyorlar: “Şiir bu kadar aciz mi?”. “Ne yapabiliriz?”. Şiir kardeşliğe, özgürlüğe, adalete açılmış kapıdır. Şiirin öncülüğü yüzyılımızda da sürecektir. Sabırlı olalım: Vahşetin şiiri yazılmaz. Vahşeti yapanlar için şiir her zaman tehlikeli bir şeydir. Şiir tarih boyunca insanlık onurunun öncüsü olduğu için, faşistler, şövenistler, ırkçılar şiiri yasaklamışlar; şairi de cezalandırmışlardır. Şiir yüzyıllar boyunca bilginin ve erdemin estetiksele içkin kılındığı, emekle, çabayla oluşmuş dildir.
Genç şair kardeşlerim, sabırlı olalım: Şiirden fire vermeden umutsuzluktan umut üreten şiirler yazılacaktır. Şiir olmayan protest metinler üretmenin, yazına, okura, şiire bir katkısı olmaz. Bunun tekdüze, kötü bir şey olduğunu söylemek bile fazla. O nedenle, insanlık için duyduğumuz kaygılarımız, tedirginliklerimiz, acılarımız şiirin merkezine yerleşecektir. “Gecikmiş şiir olamaz” diyor Edip Cansever. Aceleyle yazılan, şiirle düzyazı arasındaki farkı kaçıran tutumlar hep olmuştur. Deneyimlenen süreçlerin içinden konuşuyorum: Sorunsallaştırılan olgu insanlık dışıdır. Şair özne, deneyimlemediği şeyi ne kadar sahici ve özgün kılabilir? Bunu bir düşünelim.
Şairin dünya ilgisi, varoluş kaygısı sürüyor, sürecektir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Mersin, 6 Ocak 2009
Ahmet Ada
2009 yılının ilk günlerinde İsrail, Batı Şeria ile Gazze’yi karadan, denizden, havadan kuşatmış durumdadır. Bombalar sivil halkı, kadınları ve çocukları öldürüyor. Halk kitleleri susuz, elektriksiz, ilaçsız, yiyeceksiz bırakılıyor. Filistin halkı sokak sokak direniyor işgale. Çocuklar tankların top ateşleriyle öldürülüyor. Dünya uluslararası kamu oyunun önünde Filistin toprakları işgal ediliyor. Halklar bu vahşeti protesto ediyor. Türk halkı, Kürdü, Lazı Çerkezi ve azınlıklarıyla işgali ve vahşeti lanetliyor.
Genç şair arkadaşlar soruyorlar: “Şiir bu kadar aciz mi?”. “Ne yapabiliriz?”. Şiir kardeşliğe, özgürlüğe, adalete açılmış kapıdır. Şiirin öncülüğü yüzyılımızda da sürecektir. Sabırlı olalım: Vahşetin şiiri yazılmaz. Vahşeti yapanlar için şiir her zaman tehlikeli bir şeydir. Şiir tarih boyunca insanlık onurunun öncüsü olduğu için, faşistler, şövenistler, ırkçılar şiiri yasaklamışlar; şairi de cezalandırmışlardır. Şiir yüzyıllar boyunca bilginin ve erdemin estetiksele içkin kılındığı, emekle, çabayla oluşmuş dildir.
Genç şair kardeşlerim, sabırlı olalım: Şiirden fire vermeden umutsuzluktan umut üreten şiirler yazılacaktır. Şiir olmayan protest metinler üretmenin, yazına, okura, şiire bir katkısı olmaz. Bunun tekdüze, kötü bir şey olduğunu söylemek bile fazla. O nedenle, insanlık için duyduğumuz kaygılarımız, tedirginliklerimiz, acılarımız şiirin merkezine yerleşecektir. “Gecikmiş şiir olamaz” diyor Edip Cansever. Aceleyle yazılan, şiirle düzyazı arasındaki farkı kaçıran tutumlar hep olmuştur. Deneyimlenen süreçlerin içinden konuşuyorum: Sorunsallaştırılan olgu insanlık dışıdır. Şair özne, deneyimlemediği şeyi ne kadar sahici ve özgün kılabilir? Bunu bir düşünelim.
Şairin dünya ilgisi, varoluş kaygısı sürüyor, sürecektir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Mersin, 6 Ocak 2009
2 Ocak 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)