23 Ekim 2009 Cuma

"Çayırkuşuna Gazel" Çeviren : Baki Yiğit

Ahmet Ada
Translated by Baki Yiğit


ODE TO MEADOWLARK

- to Muammer Ketencoğlu


Is it Manolis Hiotis coming with his lifeline bouzouki on his shoulder,
And bringing together the winter and his agonies, a summer merriment in his heart

It rains for days, there remain blond women,
Childrens’ laughter and the silver of waters.

Faded cloves on the collar of streets,
Word is falling, labor is stolen, Kavuras' sudden death

Manolis is making fun of his agonies with his mother-of-pearl inladed fury,
Quiet appearances of tempered loves before windows

This is us making a rose go with sisters’ hair,
A few meadowlarks flying open from children’s hair


(Vinyl Record Odes, 1995)




çayırkuşu’na gazel

- Muammer Ketencoğlu’na


Manolis Hiotis midir gelen omzunda can suyu buzukisi,
Acılarıyla buluşturuyor kışı, yüreğinde yaz cümbüşü

Yağmurlar yağıyor günlerce sarışın kadınlarla,
Çocukların gülüşü kalıyor bir de suların gümüşü

Sokakların yakasında soldurulmuş karanfiller,
Söz düşüyor, emek çalınmış, birdenbire Kavuras’ın ölüşü

Acılarıyla alay ediyor Manolis sedef kakmalı öfkesiyle,
Menevişli sevdaların usulca pencere önlerine çıkışı

Biz buyuz işte, gülü yakıştıran ablaların saçlarına,
Çocukların saçlarından fırlayan birkaç çayırkuşu


(Taş Plak Gazelleri, 1995)

19 Ekim 2009 Pazartesi

GEYİK

GEYİK


Ağrıyan bir yanım deniz hâlâ
Ölü suları bırakıp da geldim
Kim bilir lodosçudur soykütüğüm
Kollarımı iki yana açsam
İki kadırga direği öyle sessiz
Öyle uğultulu gece gündüz

Toprak sahipleri topraklarındaydı hâlâ
Kente lodos kapısından girdim
Yanımda beyaz bir geyik
Kimse bir geyikle geldiğime inanmadı
Ne patlak gözlü bankerler
Ne karanlık koridorların mübaşirleri

Hiç soran olmadı deniz halkını,
Parsı, bin türlü balığı, şimşeğin kılıcını,
Kör savaşta ölenleri, kürekçileri,
Tüketilen denizi, şarap rengi göğü,
Hiç mi hiç soran olmadı.
Bütün gün caddelerde yürüdüm,
Bakıp geçtiler kayıtsız biçimde
Savaşlardan kurtardığım geyiğe


AHMET ADA

denizsuyukâsesi,
emmuz-ağustos-eylül 2009,
sayı :39

18 Ekim 2009 Pazar

Paçalı Bulut

Ahmet Ada (d. 1947, Ceyhan), Türk şairdir.

20 Mayıs 1947'de Ceyhan'da doğdu.Nazire Ada ile Ahmet Ada'nın oğlu. İlk ve ortaokulu Ceyhan'da okudu,(1965). Devlet Su İşleri Ceyhan Şubesi (1967-69), Marangozlar İstihlak Kooperatifi (1971-87)ve otomobil ticareti ile uğraşan bir şirkette (1989-93)çalıştıktan sonra emekli oldu. TYS üyesi.2002 yılında Mersin'e yerleşti.İlk şiiri "Tabuttur Kitaplar" 1966'da Soyut dergisinde çıktı.Sanat ve edebiyat dergilerinde çok sayıda şiir ve yazısı yayımlandı.Bazı şiirleri Fransızcaya, Almancaya, İngilizceye, Kürtçeye çevrildi. 1980'li yıllar şiirinin önemli bir temsilcisi olarak tanındı. Şiirlerinin İkinci Yeni şiir havzasından beslendiği gözlense de kendine özgü lirik bir şiir kurdu.Gerçekçi tutumlardan beslenen, destansı, lirik, hüzünlü ve incelikli şiirler yazdığı eleştirmenlerce kabul edildi.Son dönem yazdığı şiirlerle, modern şiirin biçimselliği ile modern dünya tasarımına felsefi derinlik katan yeni bir döneme girdi. Uzun ve epik özellikler barındıran şiirlerinde, göç, savaş gibi olgulara insanî bir perspektiften bakarak çok sesli bir şiire yöneldi.Şiirin kavram ve terimlerinin oluşturulmasında çaba gösterdi. "Şiir Okuma Durakları" (2004) adlı kitabı modern şiire ilişkin şiir bilgisi içeren bir elkitabı olarak değerlendirildi. Şiirin sorunları ve İkinci Yeni üstüne eleştirel, çözümleyici yazılarıyla da dikkati çekti. 2006 yılında, Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü ile Eğitim Fakültesi Felsefe Grubu Eğitimi Anabilim Dalı tarafından ortaklaşa düzenlenen sempozyumla "40 Sanat Yılında Ahmet Ada'nın Şiiri" çeşitli yönleriyle ele alındı. Sempozyum bildirileri "Ahmet Ada'nın Şiirine Bakışlar" adıyla yayımlandı, (2009).2008 yılında, Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Sinema ve Televizyon Bölümü "İki Şair Bir Kent" adlı belgeselinde Ahmet Ada ile Celâl Soycan kent kültürünü ve şiiri konuştular. Bu söyleşi DVD olarak yayımlandı. 2009 yılı 21 Mart Dünya Şiir Günü Mersin'de, 43.sanat yılı nedeniyle, Ahmet Ada'nın Şiiri odağında kutlandı.Ahmet Ada'nın "Göründü Göğün Faytonu" başlıklı şiir bildirisi okundu.

Ödülleri :
1981 Akademi Kitabevi Şiir Başarı Ödülü Gül Doğsun Gül Üstüne ile (Ali Cengizkan ve Adnan Azar'la paylaştı)
1991 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü Aşk Her Yerde ile
1993 Yunus Nadi Şiir Ödülü Vakit Yok Hüzünlenmeye ile
"'Onlar İçin Minibüs Şarkısı' Üzerine Gözlemler" adlı incelemesiyle 1999 E Dergisi İnceleme Ödülü.

Şiir Kitapları :

Gün Doğsun Gül Üstüne (1980)
Acıyla Akran (1983)
Yaz Kırlangıcı Olsam (1985)
Aşk Her Yerde (1990)
Vakit Yok Hüzünlenmeye (1992)
Günyenisi Lirikler (1992)
Yitik Anka (ilk üç kitabının toplu basımı, 1993)
Taş Plak Gazelleri (1995)
Küçük Bir Anmalık (1996)
Begonyalı Pencere (1998)
Denize Atılan Çiçek (1999)
Gökyüzünün Fıskiyesi (2003)
Denizin Uykusu Üstümde (2004)
Kantolar (2006)
Yeni Kantolar (2007)
Sonsuz At (Seçme Şiirler) 2009
Sözcükler Denizi, 2009
Taşa Bağlarım Zamanı, 2009

Poetik Kitapları :

Şiir Okuma Durakları (2004)
Şiir İçin Boş Levhalar (2006)
Modern Şiir Üzerine Yazılar (2008)



















Ahmet Ada


Paçalı Bulut





































Kanat çırpar boşluğa boz bir kuş




















































YAZ MI DEDİNİZ


Yaz mı dediniz, dağlarda geyikler yoktu
Ama geri döndü bir yere ait olmanın sesi
Bekleyiniz çiçeklenen denizi
Bekleyiniz başlangıcın sesini
Taşlar arasında otun sesini

Yaz mı dediniz, geçiniz efendim
Biz yazı sesinden biliriz
Uyandın mı bir su sesi, bir kuş sesi..
Aram öldü, parmaklarının tellere akan sesi
Sason’dan dağları dolanıp gelen sesi
Yaz toprağına dökülürdü efendim

Aram öldü, asılı kaldı sürgün sesi
Kaygının buhurdanına. Geri geldi
Diyarbakır toprağına gözleri..
Kürtçe’nin sesini bekleyiniz efendim,
Sessizliğin sesini bekleyiniz efendim,
Bugün akşam saat beşte, saat beşte..

Yaz mı dediniz, yaz göğüne gömünüz
Efendim





































BUGÜN GÜNLERDEN


Bugün günlerden eylül sonu
Kuşlar gibi sonsuzu kucakla
Belki erinci bulursun boşlukta

Günlerin köpük köpük yüreği
Yıldızları güneşi yanına al
Uçurum çiçeği

Demek ki günler aşkınlığımızın geyiği
Git git tükenir denizin lodosu
Tersine yağar yabanıl yağmuru

Arınmış yorulmuşsun, bir yanın
Güneşli deniz, bir yanın koca ağaç,
Yanı başında ölüm sarkacı Pars

Bugün günlerden yağmurun öncesi
Belleğin sabahında köpek havlamaları,
Belki de giden Pars’ın gölgesi

Ovaların Abdal’ı yürü, kök sal
Sessizce toprağın derinliklerine
Ve konuş benimle kalın sesinle






























KAYIP SÖZ


Aşkın saati çaldı, denizin soluğu
Eşiğimizdeydi ey yağmurlar,
Aşındı dilim bitkilerle konuşmaktan
Çağlar boyu nefes nefese kaldım,
Ey bulutsuz günler, ey ince kuleler

Nihayet buldum eşitliğin dilini
Ormana karşı akşam vakti
Çın çın ova eşitledi geceyi
Taşı, mine çiçeğini.
Uykusuz kaldım
Sizin için ey lambalar, ey uğultular

Ey dedim, sevdim hep ey diyenleri
Kamışlara vuran güneşi, fırtınayı,
Taklacı güvercinleri, beslerdi babam
Damda buğdayla, gençliğim ey,
Şimşeğin kılıcı göğsümde, şarap
İçmeye giderdik deniz kıyısına

Ve işte ey aşkın saati çaldı
Aşk eşitledi ikimizi, katışıksız
Kıldı eşiklerimizi, evde, sokakta
Nasıl da yeniden yaratıldık ey
Gör gizilgücünü yüreğe işleyen
Erdemin, yalnız bedende





















TİNİN YÜRÜYÜŞÜ


İzi kalmıyor güzün kışa armağan edilecek
Güneşin tırpanı diniyor, akşam olmak üzere,
İyi akşamlar tarla kuşu
Uzaklaşıyor bak umudun resmi
Dilsiz çakıl taşlarının üstüne düşüyor
Leylek sürülerinin gölgesi

Geldi de geçiyor taşın kıvılcımı
Bahçeden bahçeye Gılgamış
Arıyor hâlâ ölümsüzlüğü
Asma kuşunun çatallanan sesinde
Susarken patika, sedir ormanı,
Ölüm geçiyor yaprağın içinden

Sazlar mı olur söğütler mi artık,
Dipsiz söz, büyük kargış konuşmak
Bir ırmağı. Şaşar kalırım
Kenger otunun yuvarlanışına
Öyle bir şey tinin yürüyüşü de
Kentin asfalt sokaklarında,

Çürümüş yapraklara basa basa




























TOPRAĞA BAĞLILIK


Nehirler lambalar geyik sesleri nedir ki
Yaprağın ucunda damladır sevincim..
Gün doğuşu için sabahın davulları
Nedir ki hatmi çiçeğinin uykusuna..
Ey yaşayanlar bu yılda yaşlı dünyada
İnsanlığının doruklarını görmeden
Fırtınanın içinde, yaşamak nedir ki

Belki sonuncu sesiyim ağustosböceğinin
Geçirdim koca bir yazı kitaplar arasında
Odada odaya, nedir ki
Ağzımda tutkudan açan bir çiçek
Sevincime karışıyor şimdi
Yağmurun yıkadığı yalınayak dizeler

Belki de bir geyik sesiydim
Bir önceki yüzyılda taşın içinde
Su içirmeye götürmüştü
Koca ormanı Karacaoğlan. Al geyiklerin
Koştuğu ovadan. Kuşluk vakti
Ağacı şaşırtan denizi gördünüz mü,
Taşın uygarlığını çağlar boyu,
Anadolu’da
































GİTME SAATİ


Arı bir sözcük verin bana ey kanatlılar,
Alıp gitmeliyim adımı çağırdılar
Yağmur kuşlarının uçtuğu yere
Sese dönüşmeliyim ağzımda arı sözcük
Denize dönmeliyim tutkulu ışığa

Günler değirmi sesler aralıklı
Ayak sürüyor yaşlılar park kanepelerinde
Gözlerinde bulutlar
Bakıyorlar bir aralık
Çıplak dallarda yer değiştiren kuşlara

Kuşlar sesimden tanıyor beni
Elmalar yuvarlanıyor yanım sıra
Yıllar yağıyor Parsın gölgesine,
Ölümün eşiği günün yamacı değil mi?
Arı bir su verin bana gitmeliyim
Varoluşun mutluluğu değil mi?
Birdenbire yağan yağmurlar..






































GÖÇÜK ÜSTÜ AĞAÇ


Akşam mı oldu bir yanım göçük
Rüzgâr tırpanlar geldiğim patikayı
Eğreltiotları sarmaşıklar hüzün
Kuşlar uçar çalılardan bulana dek
Bir başka kuşu, umuttur bu çatılarda

Umutla beslerim göçük yanımı
İzin verir yüce gönüllü hüzne
Şaşkınlıkla bakarım biçer gövdemi
Yapraklar için konuştuğumdan
Toprağın uzundur sessizliği

Rüzgâra izin verir bağ evine giden patika
Öylece durup bakarım çiçeklendiğine
Acıyla esen rüzgârın, çiğnenmiş otun
Akşam oldu mu benzer bir hüzün
Eşlik eder sessizliğin uzlaşmaz orağıyla




































İYİ OLSUN


İyi, öyle olsun, kentin sokaklarında
Kaybettim denizi, göğün daveti
Gözlerimi ufka bağlayan çizgi üzerinde..
Öyle olsun kış mevsimi
Size anlatmak isteğim

Size bir sır vereceğim ah
Tökezledim nasıl da ey sevgili
Seni gördüm yelin içinden geçen yüzünü
Çoğaldım. İyi, iyi olsun uykudayken
Yol üstü bir dizi kavak da

Kışı erteleyip Kahire’ye gidelim
Ey sevgili. Meşe ormanı saçlım,
Kendimize bir kötülük yapalım
Bir akşam üstünün aldanışları için

İyiyim, iyi olsun Aşk içinde dünya
Çocuklar gülsün Gazze’de, yok ki
Başka umar, teyellendi yüreğime
Acılar çeken annelerin güneşi































GÖL DÜŞLERİ


- Bir kız el ediyor gölün kıyısında.

- Göl mutsuzluk söylemine hazırlıyor.

- Yoğun bakım cehenneminden yeni çıktım
Gömleğim kanser lekesi, mutsuzluğum
Günden güne artıyor, biçimini buluyor bende
Kaçıp sığındığım hüzün

- Sözcükler kör, göl durgun.

- Çözülmek üzere geyiklerin indiği göl,
Gök sancağını arıyor, sancaktarı olduğumda
Özgürlüğün, ey çorak toprak, elini ver
Rüzgâra bürünerek gel yanıma

- Sözcükler kan, yeryüzü çığlık çığlığa.

- Gömülmüş damağıma sürgün muhabbeti..
Siz ey dünyanın tacirleri, yeryüzü tefecileri,
Sancağı yükselttikçe sancaktar,
Çözülmektedir ayakları şeyhlerin de..





































ADA ZAMANI


Kılıç gibi inen güneşin kayrası
Temmuzu taşırıyor her çiçekten
Yaslı bir böcektir vınlayan
Uyuyan yapraktan

Bir çocuk toprakla oynuyor
Toprağın parmakları çocuğun elinde
Kadın son kıvılcımı akşam üzerinin
Çocuğa bakıyor aydınlık

Daha güzel oluyor akşam
Yaprağın zamanı rüzgârı belirliyor
Akşamın geldiğini bilmiyoruz
Denizden dönenler olmasa

Martıların gevezeliği hiç durmuyor
Ada, gök betiğinin yalın sesi
Toprak keseği bir çocuğun elinde
Zakkuma biriken zaman





























Ruhum safirdi, incindi,
Utancı gördüm zorbanın sopasında
Durdum azaltmak içir ruhumdaki acıyı
Güneş gören evlerin kapısında








































































MUTSUZLUĞUN ZAMANI


Bir çiçek fısıldıyor: “İşte şarap
rengi deniz. Kıyısında, tepelerde üzüm bağları.
Bulutlar koparmış zincirlerini. Ey şair, bırak
yalın söz konuşsun. Kubbelerin revnakların
fıskiyelerin vakur taşkınlığına yanıt ver.”

Şair çiçeğe fısıldıyor: “Kardeş toprağını
kana çevirdiler. Söz yitiyor kan gölünde.
Sur dibinde parçalanmış çocukların yüzü.
‘Kandan elbiseler giydim ben’ “

Rahvan atı bulutun, yaslanmış omzuma
unutmak için koynundaki yağmuru.
Ova da böyle yapardı eskiden
Bilge ova, buğday ambarı,
Olgunlaşana dek göğsündeki başaklar
Kuşlarını salardı ağaçlara
































HAYATA BAĞLILIK


Bir nergisle başlıyor gün güneyde
Mersin sarı beyaz yakamda,
İçten içe taşıran sevinci
Taşın kıvılcımına havanın buğusuna

Bugün yüreğimin erinci uçuyor
Kayalıklara çarpan denizin üstünde
Nedir bu tinimin martılarla uçuşu
Uzanırken bedenim toprağa upuzun

Bıraktım kendimi evrenin kıyısına
Göğsümden dünyanın sesleri geçiyor
Ey şair, diyorum tinsiz nereye
Böyle nereye kendi kendine

Ağaç olsum geyikler gelir mi?
Nereden bileyim, bildiğim şey
Sayrıyım güneşe çıktım
Nisan kuşlarının sevinciyle



































KANIYOR


Menekşe kokulu yıldız.
Yalpalayarak akan su.
Boynu bükük çiçek.

Tuzlu suda yürütülen,
İşkencedeki tutsak.

Rüzgârla uçan ot.
Gökyüzünün nergis kokusu.
Geceyi gündüzü aşan at.
Çok üşüyen kurumuş çeşme.

Diz çökmeyen deniz.
Tulum giymiş ağaç.
Yapraklardan görülmeyen baba evi,
Damı penceresi kapısı.

İskele babaları, halatlar.
Ak geyiklere benzeyen bulutlar.
Yeğni mi yeğni kalbim.




































İÇİMDEKİ AĞAÇ


Göğün çekici üstümde
Denizin hiçliği yanı başımda
Bir gider bir gelirim sevgilim
Elimde hoş kokulu kırmızı bir elma
İçimde bir elma parlaklığı

Neden ağardığını bulamazsın sevincimin
Baksan da göremezsin sevgimin terlediğini
Ceplerimdeki kuş sesleri
Başka bir şey değil, çağrıdır sana
Her yanıma yerleşen gülümsemene

İçimdeki ağaç sensin
Yüzlerce kuş havalanır üstünden
Sevgilim
Seni çoğala çoğala sevdiğim zaman
Tuhaftır
Geyikler kente iner


































KAYIP OĞUL


Oğlu kayıplar arasına karıştığında
Ölmemiş miydi balıkçı Kerim
Dün gördüm tablasının başında
Gür sakalından kuşlar fırlıyordu
Çalgılı gökyüzüne

Oğlu devrimin buğusunda koştuydu
Davullu cümbüşlü ateşli güne
Fırtınalı düşünceler içinde
Eşikleri aşıp koştuydu gelinciklere
Bakakaldıydı o yaz şebboylar
Büyük zamana düşen gölgesine

Sünepe bir bulut göğümüzü kararttı
Derdim günüm güneşli bir günü gezdirmekti
Başka bir deniz bulmaktı
Çocuklar kızlar yaşlılar için
Kara dutlar yetiştirmekti
Ayak değmemiş bir bahçede








































EY SEVGİLİ


Ağustos bitti koşuyorum hızla eylüle
Caddeler sokaklar pasaj önleri
Serçelerle dolu
Öyle güzel öyle alımlı yürümekte
Ağaçlar denize doğru

Ağzının portakal mavisi çağırıyor
Koşuyorum koşuyorum yok gibi bir sevda
Bölüyor gün ortası güneşimi
Karanlıkta kalıyorum ey sevgili

Çıkageliyorsun pasajın köşesinden
Bir kere daha kör oluyorum.
Ağzın ayakların kendine göre,
Saçların kış bahçesi ey sevgili

Aşkın ölümsüz günleri, cam mavisi
Bir gök.. Deniz bizi çağırıyor ey sevgili
Bizimle uyuyor yaşlı kedi, bizimle
Uyanıyor kent yağmur özlemiyle

































HAVA DEĞİŞİMİ


Denize kurdum gün doğusunda saati
Bilmiyorum, üstümden uçan leylek sürüsü mü?
Oh, saban süren bir gökyüzüne,
Yaslıyorum sırtımı, ben ölmem daha

Öten ne, hangi hayta kuş bu,
Mızmızlanıp duruyor denizin kenarında?
Leylaklar doldururken içime taze bir koku
Hava değişimi ruhumu arındırmada

Oh, elmalar iyileştirir hasta bedenimi
Yaz günü, kıyısında bir çilek tarlasının
Sevince kuruyorum saati
İmrenerek doğanın mucizelerine

Deniz iki adım ötemde öyle güzel
Oh, düğümlü ağaçlar dibinde
Saatlerce yatabilirim erinç içinde

Yüzümün değirmisi dünyanın çatısı




























BALKON II


Bu balkon, deniz gören şiirin yurdu,
Konuştuğum yer kendi kendime
Gün ağarana dek sözcüklerin samanıyla
Şiir kovaladığım dar mekân

Nasıl soludum onca yıl bu havayı?
Su gibi bir şey akıp gider
Ömrüm göksel imgelerden

Bu balkon geceleri yıldız bolluğu
Kısa çalgısı ırmakların üstünde
Güvercinler uçmayagörsün uzun
Uzun karşı damdan açıklara
Keyiflidir o zaman gecesefalarıyla

Bu balkon, zaman dışı dünya





































KÖRDÜĞÜM


Sabahın bu erken saatlerinde
Balıkçı şarkıları Mersin’in kıyı yakasında
Balkonlarını çiçek basmış evler
Uykudan uyanır bu şarkılarla

Denizin açkısı martılar çözülmemiş
Düşleriyle inip kalkar denize
Kanatsız kuşların acısı bende
Yürüseler ya denizin üstünde

İyimser bir düşünce, tüyleri ıslak
Bir kuş, yere düşen yaprak
Uyanır yeni güne
Uyanırım otun en yeşiliyle

Ne güzeldir uykudan uyanışı
Bir genç kızın, öyle erken
Bir okul özeni giysilerinde yüzünde
Değiştirilebilse genç kız olurum

Varlık göz olup soyunur bende
Sabahın bu erken saatlerinde
Mersin’de, bu çok sevdiğim kente
Sevinçten kördüğüm olurum




































BİRKAÇ KUŞ


Birkaç kuş balkona konmuş
Öbür kuşları konuşuyor
Kıskançlık, çekememezlik, kibir
Var birinin her sözünde

Bu kış bilmiyor paylaşmayı güzelliği
Ne kırlarda ne balkonda
Kederi ayrılığı ölümü bilmiyor
Üşüyecek ilk ayazda

Doğrudur küçücük bir kuş olduğu
Oho, büyüyüp öğrenecek daha
Ölü kuşların konuşmadığını
Çürümüş otlar yapraklar arasında

Ağzı taze ot kokuyor, yolu uzun,
Öğrenecek şimşeğin tadını bir gün
Kim bilir ne zaman, hangi ormanda
Kanatları üşüyecek ilk karda
















Güz gelir sevgili
Eskiciye verilen plaklar gibi




































































OLMASIN


Arta arta büyüyor sevincim
Hangi terziyi görsem gözlüklü
Ve tanış çıkıyor gökyüzüne
Kesip biçmek için olmasın

Her sabah balkon demirine konuyor
Sessizce üç kumru, boşluğa
Ötüyorlar sisin içinde
Göllerden Pars çağırıyor olmasın

Artık olmasın ölümler sevgilim,
İnsan unutmasın göğe ağan ağacı
Ve yaprağın suyun arı dilini
Rüzgârın bütün gün değdiği

Arta arta büyüyor sevincim
Topraktan alıyor gücünü sevgilim
Yağmura yakın olan koca ormandan
Dünya denizin belleği olmasın

Bir köpek havlıyor durmadan gündüzü
Kumruların güneşi balkon demirinde
Sabah mı vakit, çiğ tanesi vakit
Sakın kapıyı çalan yaz olmasın

































ÜÇ KUMRU


Bugün yarın derken günler değirmi
Şeyler gibi yuvarlanıyor sevgili
Her gün uçup geliyor balkona
Üç kumru, denizle gök arasından

Kirletmiş kanatlarını kentin sisi dumanı
Sonsuzluğu çağırıyor ötüşleri
Nedir ki gök hep yeni
Dem çekiyor üç kumru yok gibi

Yaşamım öyle üst üste mevsimler
Ve evrene öten kumru sesi
Yele veriyorum koca bir ömrü
Denizle göğün birleştiği bölgede
Dem çekiyor üç kumru

Derken fesleğen kokusunu veriyor
Eve sokağa komşuya
Kumrular farkında mı, bilmiyorum
Giriyoruz sevgili ilkyaza

























AŞK GİRER


Günleri ölümsüzlüğe bölüyorum
Zaman çıkrık sesi hiç gibi
Aşıyor aşkın eşiğini
Çardağa yakın göğe uzak
Alnımı dayıyorum upuzun ovaya

Çavdar tarlalarına güneş vurduğunda
Ah benim hayta yüreğim
Gezdiriyorum seni çıplak bir rüzgâr
Gibi akça söğütlerin orada
Yenik düştüğünü bilerek aşka

Çitler kayın ağaçlarının sınırında
Ben sabrındayım rüzgâra duran bulutun
İncecik bir yağmurum bazen
Yumuşacık bir çayır çayırkuşuna

Avutmak boşuna tenteli arabalarda
Fener alayları ayın çalgısı filan
Bu yürek aşktan göçük
Bu aşk çığlıklardan örülü gelincik

































SESSİZ GECE


Bir orman güzelliği var gözlerinde
Sevgili, saçlarında kuş cıvıltıları,
Alır giderim onları sessizce
Upuzun bir gece boyunca

Uzanır dokunurum boynunun zarifliğine
Gecem koşan bir geyik olur
Sığırcıklar iner ovaya
Ağzından öperim upuzun

Isırılmış elma kokusu var ağzında
Sevgili, biçimini alır gece
Ekmek kesen ellerinin

Şimdi dünyada kim anar beni,
Yaz günleri mi, kış geceleri mi?
Evimiz gök sayılır sevgilim
Belki güz anar adımı benim


































EYLÜL GİRER


İşte eylül, kurumuş ot kokusu,
Selin sürüklediği yıkıntılar,
Bağ kütükleri, tomruklar, kırık
Bir testi, tedirgin birkaç kuş..

Ayrıntılar ki hüzünlüdür sevgilim
Sessizce çöker içimize
Tenha sokaklarda hiçe eğimli
Solgun bir yaprak gibidir

Eylül ki konuşulur
Üç beş ağacın kuşla dolduğu

İşte yavaş yavaş serinliği
Dağdan denizden konuşur gibidir

Çocuklar kuşlar bitkiler kadar
Bir gök üstümüzde plak gibidir



































GECİKTİNİZ


Siz çoksesli müziğe geciktiniz
Evde miydiniz
Bir geleniniz mi oldu
Yaz’ı çaldılar güze geçtiler
Geciktiniz başladı bende
Bir terlik tedirginliği

Ah sevgili her zaman yaşarım böyle
Bir yerlere yetişmenin tedirginliğiyle
Aşk, bilirsin tutuldunsa
Kırgın bir çocuğun çığlığı gibidir

Müziğin bitmesine azıcık vakit kalmış
Nerede kaldınız, geciktiniz
Belli ki büyük bir acıdan geldiniz
Gecikmiş olsanız da geldiniz

Bir çiçek kadar incesiniz








































BALIKÇI KAHVESİNDE


Pasaklı kümülüs dönüşür mü yağmura,
Döner mi hava devrime?
Bilmiyorum, parkta, kıyısında denizin
Rüzgâr çarpıyor akça ağaçlara

İyileştim günden güne inceldim
Yalın bir ağaç oldum, gök oldum
Bir çırpıda toprağı değiştiren
Yüce bir rüzgâr oldum sevgili

Eylül sonunun bir akşamüzeri
Burada iskele kahvesindeyim
Gözlerim balıkçılarla dolu
Alıştım gürültülü konuşmalarına

Çok eski bitkiler, koca sedir ağaçları
Kadar güzelsin sevgili
İyileştim düşündükçe seni




































BAKILIR


Yağmurun basamaklarından indim sokağa
İyi ki geldiniz bunalmıştım
İyi ki geldiniz sevgili
Delik deşiktim kederden

Bu elmalar senin için
Bu telefon sesi, bu leylak sesi
Bu ince yağmur senin için
Bakışımın yalpaları derinliği için denizin

Bakmışımdır omzumdaki gümüş aya
İçimde parlayan ışığa
Bakılır sımsıkı sarılmak için
Can sıkıcı şeyler karşısında hayata

Dur azıcık hemen anlatayım
Bakmışımdır saatlerce bir çiçeğe
Bakılır geldiniz ya gözlerinizin derinliğine
Ne söylesem sevdadır artık
































KARA ACI

Ayakkabının tabanı da delikmiş,
Böyle upuzun yatınca anladım

Öldüğünü sandı herkes
Sızladığını gördüm ayak tabanının

Birkaç at gölgesi, kar uykusu
Ve düşlerinde gördün öldürüldüğünü

Göğün sümbülleri toplandılar
Biliyorum, dağları var, kemikleri var
Bu topraklarda atalarının

Cırcırböcekleri, arılar, kuşlar sonra
Öldüğünü sandı yetim sardunya








































DENİZKIZI


Bir balık yerleştirir bakışlarını
Denizkızı, dumanlı tepelere..
Akça kavaklar, portakal bahçeleri
İçinden rüzgâr geçer denize

Sazlar değil kayalar vardır
Martıların inip kalktığı
Kara kara gözlerinde acı, hüzün
Vardır, dünya böyle bir yerdir
Başkasının acısı da hançerdir
Saplanır sümbül kokan göğe

Denizde saklanan tansıkları bilirsin
Denizkızı, pul pul dökülen kederi,
İncir ağaçlarının gizini, işkenceyi,
Korkunç ölümleri kör kuyularda

Ama işte böyle bir yerdir dünya
Denizkızı, balıkçılar sökün eder
Balıkçı kahveleri dolar akşamüstleri
Kılıç gibidir öfkeleri

Böyledir bacaların ince dumanı
















Avuntular rüzgârı
Varlığımı oyalıyor yeryüzünde




































































BULUT


Yaşamak da bir şey, gel git arasında
Dünya, eğreti bir ip, bir sarkaç,
Duraklar, yürüyüşler, sis,
Varsa da elim bir mektuba

Kent de yaşayan bir şey, bulvarları
Pasajları kaldırımları kuşlarla dolu
Kalkıp sinemaya giderim
Oh, benden içeri başka dünya

Gelir derinliksiz iğne, otların
Konuştuğu fırtınalı günler
Olursa da bulutsuz geçtiği
Dokunurum meydandaki göğe

Yeşil makarası ağacın, kuşun
Sokağa bakan gözü, göğün uçuşan tozu..
Giyinip çıkarım soğuğu
Oh, elimin uzantısı güz bulutu



































DÜNDE KALDI


Bir at yazlığı gökyüzü için
Gökyüzü ülkendir kuşlar için
Elma ağaçları günebakanlar için
Deniz kıyısındaki incir ağacı için

Bahçenin çiti bu yaz devrildi
Yaz mı dedim uzun sürdü
Bıraktı içime bir at yalnızlığı
Köy yolunda – dünde kaldı

Dünde kaldı asma kuşunun ötüşü
Keskin bir şimşek, yaz yağmuru,
Uyanık bilinç, bir güvencedir
Gök yükü ağır insana

Yaz da geçer rüzgârı savura savura
Çıkrık sesi, köpek havlamaları
Arasında büyür çocuklar
Ökseotları gibi


































VAR


Masamda kırık bir vazo, kırık bir
Aşk, gümüş saplı bir hançer
Arındıran korkularımdan..
Sessizliği yırtan sabah kuşları,
Serinkanlılığını yitiren rüzgâr
Var

Var benim de varlığa özgü hüzünlerim
Var benim de aşk kırgını sözcüklerim
Var benim de bir çiçeğe durmuşluğum
Ezberimdedir
Çilli yağmur

Masama oturmadan denize bakarım
Var benim de denizim insanlık adı
Var benim de rüzgârım özgürlük adı
Var benim de elyazım çapari adı

Var çilli bir sabahım, yağmurlu,
Işır toprakla deniz, çapa, ağ,
Göğün salıncağı kımıldar içimde,
Balığa çıkarım aç acına






























ÇÜRÜMENİN GÖĞÜ


İçiniz
Soğuk elma suları içiniz efendim
Bitti işçilerin iş bırakımı efendim
Yoksullar yoksulluktan kurtulmalıdır
Bu kriz en çok bize yaradı efendim
Bol yağmurlar sonrası
Şizofren derelerin taşması
Bize yaradı efendim
İşleri yoluna koymanın sırasıdır efendim

Geçiniz
Kapalı ekonomileri, kötürüm kaldırımları.
Rüzgârın etekleri süpürüyor yaprakları
Geçiniz kaldırımlardan efendim
Varoluşun solgun eylülünden

İçiniz
Soğuk elma suları içiniz efendim
İnsanın ereği boyuna içmektir efendim
Eylül ki çok can sıkıcıdır
Bırakınız müzik çalsın efendim




























KIRIK BÖYLE


Fesleğenler naneler türkü söylüyor
Duru göğüne Mersin’in
Dağ tarafının önü
Portakal bahçeleri.
Düğümler atıyor Gözne
Horoz ötüşlerine

Ah,böyle kırık
Başladım güne

Deniz tarafında gök sakin
Flütünü çalıyor geyik
Çamlığın tepesinde
Yalnız gölgelere

Ah, kırık böyle
Başladım güne

Balkon kapısı açık
Odama doluyor sümbülün sesi
Üstünde uçan ilk kuşa
Sabahı muştuluyor deniz

Ah,böyle kırık
Başladım güne


























PAÇALI BULUT


Paçalı bir bulut
Girmiş gözüme, ondan mı bozbulanık
Görüyorum denizi
Ve kocaman gözlü eşeği

Ada bu yaz çiçeklendi varlığınla,
Çiçek açtı deniz martılarla.
Çözebilsem kör balıkçının hünerlerini,
Sığ sularda balık olurum

Yine portakal çiçeği, yine gölgen,
Yine mavnaların rüzgârı sevgili
Eteklerinle oynuyor sabahın eri –
Kanmıyorum kanatlarına yazın

Aşk mı içimdeki bu ağrı?
Emek ister elbet en ücra uçurum,
Kayboluyorum az berisinde tepenin,
Gözümde paçalı bir bulut


































İÇİM DIŞIM


Çılgın bir serüvende yitmiş gibiyim
İçim dışım bulut

Biliyorum, nesnelerin de dili var
Konuşurlar durmadan birbiriyle
Yitmemek için kısacık zamanda

Dedim, yaşam denize yürüyen ağaç
Dokunabilsem göğün rüzgârlı vaktine
Bölünür ikiye çatal ağaç

Dedim, yağmurun da dili var
Konuşur damlarda, çitlerde, bahçelerde,
Ağarınca ortalık görünür tanelendiği

Biliyorum bulutu giyindiğimi
Şahdamarımsa bol ışık, kılıç, şimşek,
Çiçek açmış erik ağacı gibiyim

































EYLÜL MÜ DEDİNİZ


Eylül mü dediniz çağırdım efendim,
Sokakların sürüklediği yaprakları,
Girer birazdan kapıdan
Sızar ya da kapı altlarından

Eylül ki olsun benim de solgun bir giysim
Hüzünlü özgürlüğüm bölünmüş zamanla
Nasılsa bir orman gibi sevdim
Kuşları kentin sokaklarında

Bir elmayı yarıya böldüm, yarısı sensin
Öbür yarısı eylül
Ekim mi dediniz
Şaşkın bir öğle vaktidir

Bir çiçek, bir gül kokusu değil
Eylül ki ot kokuyor odam
Uzaktan deniz kadar uzaktan
Çağırdım efendim gelir birazdan






































AVUNTULAR RÜZGÂRI


Bekledim geyikler inmedi kente
İncecik bir ay ışıldadı
Rüzgârdı sessizliği dağıtan

Bekledim kuşlar geri dönmedi
Enginlere doğru uçan
Bahçeyi aştı endişem

Bekledim çıkageldi sabah rüzgârı
Güneş girdi odama
Çaylak bir kuş öttü dışarıda

Bekledim bentsiz bir su
Nazlı bir su gibi
Dereyi aştı endişem

Bekledim, “zulüm çağı” dediler,
“Bekleme, niceleri işkencede..”
Bahçe çitini aştı endişem




































GÖLGE


Bir gölge gibi geçti Mersin çarşılarından
Bilmiyorduk şair olduğunu
Hayır yoktu tespihi fötr şapkası
Okurken takardı gözlüklerini
Sahildeki çay bahçesinde

Hayır görmedik yazdığını hiç
Kalbiyle konuşurdu Kör Yusuf’la
Baharat kokardı elbisesi
Denebilir ki yalnız yaşardı

Güller mi dediniz, evet güllerle inerdi
Güz de gelse kente
Eski bir denizciydi bana kalırsa
Bilirdi balık mevsimini
Ve her türlü balık çeşidini

Başka nesini sayayım efendim
Umutsuzluğa düşeni gördükçe
Kederi arta arta gezerdi
Kendinin olmayan ölü saatlerde
Bir yabancı gibi dolaşırdı kenti

























İÇİNDEKİLER

Kanat çırpar boşluğa boz bir kuş

Yaz mı dediniz
Bugün günlerden
Kayıp söz
Tinin yürüyüşü
Toprağa bağlılık
Gitme saati
Göçük üstü ağaç
İyi olsun
Göl düşleri
Ada zamanı

Ruhum safirdi, incindi

Mutsuzluğun zamanı
Hayata bağlılık
Kanıyor
İçimdeki ağaç
Kayıp oğul
Ey sevgili
Hava değişimi
Balkon II
Kördüğüm
Birkaç kuş

Güz gelir sevgili

Olmasın
Üç kumru
Aşk girer
Sessiz gece
Eylül girer
Geciktiniz
Balıkçı kahvesinde
Bakılır
Kara acı
Denizkızı

Avuntular rüzgârı

Bulut
Dünde kaldı
Var
Çürümenin göğü
Kırık böyle
Paçalı bulut
İçim dışım
Eylül mü dediniz
Avuntular rüzgârı
Gölge

17 Ekim 2009 Cumartesi

12 Ekim 2009 Pazartesi

Balkon (Türkçe - İngilizce)

Ahmet Ada

Translated by Baki Yiğit
THE BALCONY


This balcony, the home of poetry overlooking the sea,
The place where I talk to myself,
The narrow space in which I go after a poem
With the hay of words untill dawn.

How have I been breathing this air for so many years?
My water-like life flies
Through celestial images.

This balcony, abundance of stars at nights,
And their short hornpipe over rivers.
It’s blissful with evening primroses
Whenever doves fly long
Off the opposite roof.

This balcony, a time-out world.








Balkon


Bu balkon, deniz gören şiirin yurdu,
Konuştuğum yer kendi kendime
Gün ağarana dek sözcüklerin samanıyla
Şiir kovaladığım dar mekân


Nasıl soludum onca yıl bu havayı?
Su gibi bir şey akıp gider
Ömrüm göksel imgelerden

Bu balkon geceleri yıldız bolluğu
Kısa çalgısı ırmakların üstünde
Güvercinler uçmayagörsün uzun
Uzun karşı damdan açıklara
Keyiflidir o zaman gecesefalarıyla

Bu balkon, zaman dışı dünya

İzleyiciler